"The most important Argentinian writer since Borges."— The Independent Juan José Saer's Scars explores a crime committed by Luis Fiore, a thirty-nine year old laborer who shot his wife twice in the face with a shotgun; or, rather, it explores the circumstances of four characters who have some connection to the a young reporter, Ángel, who lives with his mother and works the courthouse beat; a dissolute attorney who clings to life only for his nightly baccarat game; a misanthropic and dwindling judge who's creating a superfluous translation of The Picture Dorian Gray ; and, finally, Luis Fiore himself, who, on May Day, went duck hunting with his wife, daughter, and a bottle of gin. Each of the stories in Scars explores a fragment in time—be it a day or several months—when the lives of these characters are altered, more or less, by a singular event. Originally published in 1969, Scars marked a watershed moment in Argentinian literature and has since become a modern classic of Latin American literature. Juan José Saer was the leading Argentinian writer of the post-Borges generation. The author of numerous novels and short-story collections (including Scars and La Grande ), Saer was awarded Spain's prestigious Nadal Prize in 1987 for The Event. Steve Dolph is the founder of Calque , a journal of literature in translation. His translation of Juan José Saer's Scars was a finalist for the 2012 Best Translated Book Award.
Juan José Saer was an Argentine writer, considered one of the most important in Latin American literature and in Spanish-language literature of the 20th century. He is considered the most important writer of Argentina after Jorge Luis Borges and the best Argentine writer of the second half of the 20th century.
"Hepsini değil, yalnızca bir parçayı silmiş olduğumu, sonunda her şeyin silinmesi için bir şeyi daha silmem gerektiğini anlıyorum o zaman." NAM OPORTET HAERESES ESSE
DISCLAIMER: I am the publisher of the book and thus spent approximately two years reading and editing and working on it. So take my review with a grain of salt, or the understanding that I am deeply invested in this text and know it quite well. Also, I would really appreciate it if you would purchase this book, since it would benefit Open Letter directly.
All Saer books are worth reading, but holy shit, SCARS is something special. Reaffirmed my faith in fiction. Seriously.
So many good bits in here, like this one:
"He's standing there, stock still, with the cue in his hand. Watching how I slide the cue, aiming, slowly. He doesn't seem to see. Thinking of something else, for sure. Who knows what. Maybe he's thinking about a pair of tits, because he's one of those guys whose brains are all at the back, pressed against their spine by a big pair of tits that takes up at least eighty percent of their skull. Some guys, all they have in there is a pair of tits--a pair of tits and nothing else."
Saer adopts a sort of Faulknerian approach, with each of four different narrators describing their life and their connection to the case of Luis Fiore--a man who went on a hunting expedition and ended up killing his wife.
All four narratives are brilliant, and work in a sort of telescoping fashion, starting w/ Angel's part covering Feb - June, and ending with Luis's account of that single fateful day.
Of the four parts, my favorite has to be the second one, which features a retired attorney who turns down the chance to represent Fiore in favor of blowing literally all of his money on two weeks of gambling. The description of his addiction to baccarat is extremely convincing and, at the same time, very disturbing as he draws his 15-year-old housekeeper into this desolate world from which he knows there's no real escape:
"I don't play to win. If there's money for food and to pay the bills, that's more than enough. Even if I have to use candles instead and only eat once a week, I'll still play. My departed grandfather used to say that the only way to win at poker was to cheat. Clearly, he was a man of a different generation. And one who didn't enjoy the game, in the end. I would even play against a guy who is cheating me, if the scam allows me some chance. [. . .] I want that half a million so I can have an easy mind for at least two weeks and enjoy the game without having to suffer over where I'm going to get money to gamble if they tap me out from one moment to the next. If I was looking for a good return I wouldn't play; I would get into business or go back to being a lawyer."
There's so much more to say, and so many more bits to highlight, but I'll end by simply stating that this is one of the very best books Open Letter has published to date, a novel that's swift, readable, captivating, and amazingly well structured. And Steve Dolph's translation is absolutely masterful. (I love the use of the word "madman" in place of "awesome" . . . I'm totally trying to incorporate this into my daily speech.)
Saer’i çok sevdim, umarım diğer kitapları da çevrilir ve yayınlanır. Beklediğimin çok üzerinde bir edebi tat aldım.. “Bir cinayet ve bu cinayet çevresinde dört kişi…” gibi ilk anda aşina gelebilecek bir tanımla ifade edilse de sadece cinayet özelinde kalan bir hikaye değil. Çok daha geniş, daha öznel kişisel hikayeler var. Birbirinden bedbaht, berbat hayatları/karakterleri tanıyoruz. Yarınlar yokmuş gibi yaşayanlar. Davranışlarında mantık aranmayan, içinden geldiği gibi yaşayan kişilikler. Her an dayak yemekten yediği dayağı artık farketmez gibiler. İçinde bulunduğu toplumun da, tek tek birey olarak kendilerinin de hiçbir zaman olduklarından daha iyisi olacağına inanmıyorlar. Hepsinde de önemlisi kendileri hakkında en küçük bir ümitleri olamayan kişiler.
Latin yazarlar genetik midir nedir, birbirlerine çok benzer tarz ve uslupla yazıyorlar. Bir roman okusam yazarın adını bilmesem de Latin Ametika’lı olup olmadığını anlarım gibime geliyor. Angel, Sergio, Ernesto ve Fiore, bir cinayette yolları kesişiyor. Kendi yalnızlıklarını ve parçalanmışlıklarını ayrı ayrı anlatıyorlar. Zaman zaman anlatımda kumar ve araba güzergahı anlatımında olduğu gibi monotonlaşmakla birlikte seri bir uslubu var yazarın. Toplumsal yaralanmayı bireylerden üzerinden anlatıyor J. J. Saer. Kurgusu ilginç, ama bir Bolano, bir Fuentes bir Vargas Llosa, bir Cortazar, bir Galeano değil kesinlikle, en azından bu roman için bunu söyleyebilirim.
"I realized that when someone throws himself through a window and falls to the ground from the third floor, he doesn't break anything at the moment of impact with the glass or with the pavement - nothing - because he's already been broken to pieces and all he's doing is tossing out an empty shell. The guy had hollowed himself out to the bone, then thrown the shell out the window."
4 kişi 4 bölümde anlatılıyor ve hayatları bazı noktalarda kesişiyor. Hepsinin kendi içinde yalnızlığı, bir bunalımı var. Bunun güzel yansıtıldığını düşünüyorum. Kitabın adı gibi zaten hepimizin hayatında bazı yaraların bıraktığı izler var... Hakim beyin olduğu bölümden puanı azcık kırdım çünkü tekrarlar yordu biraz. Tamam çeviriyle uğraşıyorsun, sergilere gidiyorsun, resimle ilgilisin ve karınla problemlerin var hakim bey tamam. :)) Kitabı beğendim umarım Jaguar yazarın daha çok eserini çevirir. Bir de kapak harika.
Kayıtsızlık üzerine müthiş bir roman ‘Yara İzleri’... Adım adım yükseliyor ve zirvede sona eriyor. Arjantinli yazar Juan Jose Saer’i ilk defa okuyorum ama diline bayıldım. Çeviri de müthişti. Özellikle üçüncü bölüme yani hakimle tanıştığımız kısma bayılmadım, direkt vuruldum. Yılın en güzel keşiflerinden oldu.
hikâye, dört farklı anlatıcının sesinden aynı cinayetin etrafında şekilleniyor. saer, bizi arjantin’in boğucu havasında gezdirirken her karakterin gözünden hem cinayeti hem de kendi dünyalarını görüyoruz. olay örgüsü adım adım ilerlese de aslında mesele, cinayetin çözülmesinden çok bu insanların yalnızlıkları, takıntıları ve hayatla kurdukları tuhaf ilişkiler.
saer’in dilini sevdim, hem akıcı hem de kitabın atmosferiyle uyum içinde. karakterlerin iç sesleri, suskunlukları, küçücük ayrıntılara takılıp kalmaları, hikâyeyi klasik bir polisiyenin ötesine taşımış.
yara izleri, bana göre cinayeti çözmekten çok, insanların birbirinde ve kendinde bıraktığı yaraları anlamaya çalışan bir kitaptı.
içine girmem de odaklanmam da çok kolay olmadı. ilk bölüm mart-nisan-mayıs-haziran aylarını, diğer bölümler mart-nisan-mayıs, nisan-mayıs ve son olarak mayıs ayı başlığını taşıyor. her bölüm ayrı bir karakter tarafından aktarılıyor ama hepsinin bir biçimde bağı var. ilk bölüm en uzun dönemi içeriyor. tam bir ergen olan angel’in hayatla, annesiyle, onu hava raporu yazdığı işine sokan tomatis’le, hoşlandığı ama one yüz vermeyen kadınlarla başa çıkmaya çalışmasıyla geçiyor. yaşam ve ölüme kafayı taktığı için arada bir hakimin sorgularına giriyor. ilk başta annesine yaptıklarından dolayı sinir olsam da bölümün sonuna doğru toparladı :) ikinci bölümde daha geçmişten başlayarak bir kumarbazın hayatına tanıklık ediyoruz. bağımlılığın nasıl bir şey olduğunu müthiş anlatıyor saer ama oyunları da aşırı detayla anlatıyor. kumarbazın tomatis’le de, geçmişteki politik günlerinden ilk bölümde karısını öldürüp hakim sorgusunda kendini camdan atan fiore’yle de bağı var. üçüncü bölüm angel’in arada sorgusuna girdiği hakim. ruh hastası kişiliği acayip bir biçimde, tekrarlarla betimlenmiş. insanın ruhu olduğuna inanmıyor, herkesi de goril diye nitelendiriyor. insanlardan nefret ediyor. rutinleri o kadar tekrarla anlatılmış ki buenos aires’i tanıyoruz nerdeyse. son bölüm karısını öldürüp intihar eden fiore’nin gözünden. bir trajedi nasıl yaklaşır ki roman boyunca trajedi, komedi ve farsa dair yorumlar var, adım adım görüyoruz. gözümüzün önünde yaşanan bir cinayet ve etrafındaki mutsuz yaşamlar var. politik bir roman değil ama insanlarda inanılmaz bir boşvermişlik var. arka planda inançlarını yitirmiş eski devrimciler, mutsuz aileler… romanda durmaksızın geçen plaza del mayo bana sürekli çocuklarını arayan anneleri hatırlattı. özellikle kumar bağımlılığı ve ruhsuzluk teması etkileyiciydi diyebilirim. gökhan aksay çeviri içinde çeviri yaparak dipnotlarıyla beni yine şad etti.
Sé que llego algo tarde a Juan José Saer, pero al menos llego a tiempo de disfrutar de uno de los grandes narradores de los últimos tiempos (en mi opinión, quien ha sido capaz de escribir como mínimo dos grandes novelas, ya merece ser considerado un grande). Leí hace poco la extraordinaria “La ocasión”, con la que obtuvo el Nadal en 1987, y ahora acabo de terminar “Cicatrices”, que me ha tenido completamente abducido durante los últimos días. Aparte de su prosa perfecta, detallista, elegante, exquisita, en “Cicatrices” hay unos personajes absolutamente memorables que transitan por sus páginas como en un total extrañamiento, víctimas de un mundo que ya estaba aquí cuando ellos llegaron y al que adaptarse no es tarea fácil: un joven periodista que mantiene una relación casi enfermiza con su madre, un adicto al juego sin asomo de mala conciencia o remordimiento, un juez que traduce a Oscar Wilde y que sueña con mundos poblados de gorilas mientras hace suya la frase "Los detalles son siempre vulgares" (en un capítulo donde todo se describe con detalle, casi hasta la exasperación) y un obrero cazador de patos que dispara contra su mujer y cuya historia sirvirá de nexo común al resto de episodios. Literatura en estado puro.
Anlatımı oldukça özgün. Yaratıcı farklı bir lezzeti var. Bir olayın ekseninde hayatları farklı yörüngelerde devam eden karakterlerin hayat kesitleri ve yaşamın bu karakterlerde gördüğümüz hayat kesikleri...
Arjantinli yazar Juan Jose Saer ile ilk münasebetimiz geçen sene, kendisinin "Kimsesiz" adlı romanı vesilesiyle olmuştu. 150 sayfa olmasına rağmen epeyce zor bir kitaptı kendisi; insan doğasına dair epey detaylı analizler barındıran, özellikle son bölümde basbayağı felsefik bir sorgulamaya girişen bir metindi. "Egzotik bir adada geçen alternatif ve kolonyal bir Kayıp Zamanın İzinde okur gibi hissettim" diye yazmıştım o kitap için. Saer'in iddialı bir yazar olduğunu idrak etmiş; başka bir eserine geçmeden biraz soluklanmak istemiştim.
Eylülcüm amma uzattın, ne diyeceksen de işte. Diyorum; Yara İzleri, Kimsesiz'e göre çok daha kolay ve hafif bir metin olsa da, yer yer okuru zorluyor yine de. Saer besbelli ki takıntılı bir abimiz, zaman zaman öyle detaylara giriyor ki anlatıdan kopuveriyorsunuz. Dört anlatıcımız var kitapta, her bölümde bir başkasını dinliyoruz. Ergenliğinin zirvesinde bir genç gazeteci, kumarbaz bir avukat, herkesten nefret eden ve insanlardan "goril" diye bahseden bence epey Thomas Bernhardvari bir hâkim ve tüm bu anlatıcıların hikâyelerini birbirine bağlayan cinayetin müsebbibi, karısını öldürmüş bir işçi.
Öyküleri birbirine cinayet bağlıyor evet ama bir yandan da tüm anlatıcılar maktul gibi. Mutsuzlar, yalnızlar, savrulmuşlar, sürükleniyorlar. Toplumla bağları kopmuş hepsinin, bunda tabii Saer'in arkada bize sürekli verdiği toplumsal çürümenin payı çok büyük. Dolayısıyla arka kapaktaki "bu kişilerin ortak noktası ceset karşısındaki korkunç kayıtsızlıklarıdır; çünkü gerçekte anlatılan bir cinayetten çok, cinayete kurban gitmiş bir toplumun bireylerinin parçalanmışlığı, yaralanmışlığıdır" cümlesi çok yerinde, aslında kitabın özeti gibi.
Görece yumuşak başlayıp gitgide karanlıklaşan bir metin Yara İzleri. Kıtayı saran büyülü gerçekçilik akımı zirvedeyken bambaşka ve zamanının bence epey ötesinde metinler yazmayı başaran Saer'in epey ilginç bir figür olduğuna iyice kâni oldum. Ancak yine de arka kapaktaki William Rowe alıntısına laf sokmadan edemeyeceğim: “Saer, Arjantin’in Borges’ten bu yana çıkardığı en iyi yazardır" demiş kendisi. Pardon ama, Cortazar varken bunlar çok büyük laflar William Bey. Size söyleyecek çok lafım var da neyse artık.
Tremendo. Son cuatro partes con cuatro personajes muy particulares y complejos. Un femicidio como aglutinante entre ellos aunque en los primeros ocurre en un segundo plano. No solo las historias están buenas, la prosa de Saer es por momentos abrumadoramente bella.
La primera y la ultima parte fueron las que más me gustaron. La última especialmente, aunque ya sepamos lo que va a ocurrir no deja de impactar. Un relato escrito hace décadas y que hoy todavía se repite, en idénticas condiciones.
Seré breve: me gustó mucho el juego de voces y puntos de vista, y cómo cada narración va conectando con las demás, a veces muy capilarmente. La primera y la última parte me parecen soberbias; la segunda tiene sus buenos momentos, sobre todo en el cierre; pero la tercera, narrada siguiendo los parámetros de la nouveau roman, deteniéndose páginas y páginas en describir detalles intrascendentes, aunque original, me resultó excesivamente tediosa. Por momentos pensé en abandonarla, pero al estar advertido del episodio final quise terminarla como sea, y debo decir que, pese a todo, perseverar valió la pena. "Saer es un escritor para escritores" me dijo una vez un conocido que no es escritor y que tiene gran estima por esta novela. Por supuesto, el comentario es exagerado (o directamente equivocado), aunque sí se podría decir que quienes gusten de la experimentación formal y las estructuras narrativas poco convencionales van a saber apreciarla mejor.
Juan José Saer è uno dei maggiori scrittori argentini, un innovatore estremamente critico verso il realismo magico e fautore di un maggiore realismo in letteratura; questo, almeno, è quello che leggo sui vari siti internet scritti anche da esperti di critica letteraria: nessuno solleva dei dubbi, scrive qualcosa di negativo su “Cicatrici”. Ne prendo atto e mi dispiace perché io, allora, devo aver perso qualcosa: il libro non mi è piaciuto e mi ha annoiato moltissimo; condivido tutto quello che è stato scritto (grande scrittura, capacità di far emergere il personaggio attraverso le sue azioni, abilità nel comunicare al lettore l’atmosfera cupa in cui tutti quanti si muovono) ma non è sufficiente per convincermi che questo sia un libro che valga la pena leggere (opinione personale ovviamente).
Episodi sperimentali tra ordine e caos (Luigi Musa).
Se devo provare a trovare un denominatore comune, direi che si tratta dell’estrema solitudine in cui vivono i quattro personaggi, incapaci di comunicare con gli altri e chiusi dentro il loro mondo fatto di abitudini rassicuranti, disinteresse per tutto quello che può esulare dal proprio raggio d’azione, rassegnazione di fronte all’impossibilità di riuscire a comprendere quanto accade. L’unica azione possibile è limitarsi a registrare ciò che succede consapevoli che le motivazioni appartengono a un passato la cui intelligibilità ci è preclusa.
No lograba deslumbrarme hasta el último de los relatos, que además de ser soberbio resignifica todo el conjunto. Una historia de desilusiones muy bien contada. Beatriz Sarlo siempre recomienda esta novela para ingresar al mundo ficcional de Saer. Parece que no se equivoca.
Yara İzleri, bir cinayetin 4 farklı karakterin gözünden 4 ayrı bölümde anlatıldığı bir roman. Her bölümde karakterin kendi yaşamı ve iç dünyası ile başlayan anlatı, tüm karakterlerin ortak noktası olan cinayet bahsine bağlanıyor. Genel olarak kitabı sevdim ancak yer yer okumakta zorlandım. Metnin zor olmasından değil de ne yazık ki anlatının kimi noktalarda sıkıcı olmasından. Yine de olayın gizemi ve bu uzun betimlemelerin dışında kitabın klasik tadında olması kitabı tamamlamamı sağladı.
”…una faccia spaurita, piena di quelle cicatrici premature frutto delle prime ferite della comprensione e dello stupore.”
Una Santa Fé - Argentina - per lo più livida, nebbiosa, piovosa, notturna. Quattro storie, quattro uomini con le loro ossessioni, inquietudini, male di vivere. Quattro insiemi che si intersecano, attraversati da un tenue filo narrativo, un omicidio.
Angel, il giovane cronista, tra l’altro incaricato di reddarre fantasiose previsioni metereologiche giornaliere. Il rapporto con la giovane e bella mamma lo mette a disagio. Fa sogni di cieli popolati da tigri e pantere. Vede suoi doppi, con le sue stesse cicatrici.
Sergio, avvocato finito, scrittore di improbabili saggi. Malato di gioco d’azzardo, si giocherà tutto, anche i soldi della picola Delicia. Il gioco d’azzardo come la vita. Evita il gioco dei dadi perchè rappresentano il caos. Gioca a “punto banco”, dove le carte assumono dopo la smazzata un loro ordine prestabilito, che può essere parzialmente modificato dalle dinamiche di gioco e portare ad una combinazione vincente o perdente, per essere infine scaricate nel mazzo delle carte giocate.
Ernesto, il giudice. Probabilmente omosessuale, vede il mondo come una giungla e gli uomini come gorilla (notevole la scena del sabba gorillesco). Impegna ogni momento libero della giornata alla traduzione del Dorian Gray, come lui irriducibile al passare del tempo, narciso e amorale?
Luis, l’operaio che uccise la moglie perchè gli puntava la torcia in faccia infastidendolo. O meglio, perché faceva luce sulla sua pochezza? O perchè lei gli teneva testa? O perché, al contrario, era lei votata ad un suicidio assistito?
Con la citazione biblica in latino che chiude il libro (NAM OPORTET HAERESES ESSE…., Prima lettera di S.Paolo ai Corinzi), Saer forse vuole ribadire che la vita è marcia e che ci incrosta di merda, che è un caos governato dal caso o che il destino è una mano di carte che già hanno il loro ordine, ma ci esorta a provarci e ad essere tra coloro che ce l’hanno fatta a prenderla, la vita, per il verso giusto. Forse un po’ come il quinto personaggio del libro, Carlitos Tomatis.
La domanda è: il termine cicatrici si riferisce ai personaggi delle storie concentriche concepite da Saer o sono quelle che lascia nel lettore? Le quattro stelle da me attribuite attestano che il libro mi è piaciuto, e anche parecchio, però mi è rimasto addosso come un senso di incompiutezza, di irrisolto, di sospeso...un po' come le vite dei personaggi, incomplete, incompiute, senza orizzonti e senza sbocchi ma permeate di ossessioni, impregnate di routine alienante. Buona lettura.
Romana okuyanların çoğu kadar bayıldığımı söyleyemeyeceğim. Yazarın kayıtsızlığı söylendiği kadar çarpıcı anlattığını düşünmüyorum. Bir cinayetin çevresinde bir toplumun anatomisini çıkarışı, kurgusu ve çevirisi başarılı. Karakterler açısından hakimin bölümüne 4/5, katilin bölümüne 3/5, ilk iki bölüme ise en fazla 2/5 verebilirim. Genç gazetecinin çekilmez cinsiyetçiliği ve avukatın kumar hikayelerini okurken sayfalar bitse de gitsek diye bekledim. Bohem hakimin bakış açısı, araba yolculuğu ve tanıkları sorguladığı bölümler romanın en etkileyici bölümleriydi. Son bölümdeki katilin bölümü de yeterince etki bırakmadan geçti gitti. Söz konusu kadın cinayeti erkeklerin hikayelerinin gerisinde kalmış. Özetle, biraz hayal kırıklığı oldu benim için bu roman.
Finished another work by Saer and I know it is a great feeling...how many of you readers share that same feeling when you finish another work by one of your favorite writers and add it to your 'read' archives? It would not be saying too much if I am to say that Saer has to be one of my all time favorite 20th century authors, certainly one of the giants of Latin American literature, and often regarded as the greatest Argentinian writer of the post-Borges era. I had came across Scars after having read two of his greatest works The Event and La Grande- considered his magnum opus- and I was never left underwhelmed by this work, although the overall feel of this novel was not to overwhelm the reader as here Saer preaches his artistry and pyrotechnics in moderation at the same time not compromising on the complexity and tension of the narrative.
In the two previous works that I have read Saer had played powerfully not only with time, but also with place and setting; and in this respect Saer pledges his allegiance to two past masters of the craft viz Faulkner and Lowry. Here, as in similar works by the above mentioned authors, Saer portrays the scene of a crime committed during the space of a single day when a couple goes out duck hunting- but here the emphasis, as with Faulkner, does not relate to the event itself but the whole floodlights of the stage shines full on four interrelated characters and the way they were related to this single act of violence through a random sequence of events. A similar way of relating a narrative can be seen in As I Lay Dying and Under The Volcano.
Here we see the four characters- a young newspaper courthouse reporter who has problems with his mother of loose morals and has spells of hallucinations on seeing his double, a dissolute court attorney who would spend his last penny and even borrow the last penny of his housemaid to splurge it on his only passion 'the baccarat game', an aging and misanthropic judge who regards the modern generation as a race of upstart 'gorillas' and who is painstakingly at work on an improved but superfluous translation of The Picture of Dorian Gray (but is never satisfied with his usage of particular words and grammar!), and finally the guilty himself who shoots his wife in the face several times over an argument that ensues over the course of the day regarding the car he has borrowed from service for the expedition. All the three previous characters are involved as all three witness the suicide of the accused at the start of the courthouse proceedings. An act of contrition before the real punishment!
This book is an essential read for those into modern Argentinian literature, and a mandatory classic for Saer fans!
Yara İzleri, birbirleriyle bir şekilde yolları kesişmiş dört kişiyi ve bir cinayeti anlatıyor. Bu dört kişiden en genci 17-18 yaşlarında, babasını yeni kaybetmiş, kimliğini bulma çabasındaki Angel. Diğeri, varını yoğunu kumara yatırmış bir avukat ve sonuncusu da insan ilişkilerinde gayet başarısız bir ceza hakimi. Bu üç "yaralı" erkek için kitapta üç ayrı bölüm var. Angel'ın öyküsü dışındakiler doğrusu bana çok sıkıcı geldi. Özellikle kumarbaz avukatın sayfalar süren ve nasıl "bakara" oynadığını anlatan yani, " puntoya oynadım, banko geldi, üç el bekledim yine puntoya oynadım bu sefer punto aldı" gibi devam eden kısım gerçekten çok sıkıcıydı. Tabii Destoyevski'nin Kumarbaz'ındaki gibi bir ruh tahlili beklemiyordum ama burada anlatılan da ruh tahlili değildi bence. Neydi bilmiyorum. Sonra ceza avukatının sayfalarca devam eden araba sürme eylemi... Geçtiği caddelerin isimlerini sayarak ilerlemesi, adliye binasına varması, oradan çıkınca yine aynı isimli caddeleri sayarak evine dönmesi... O şehrin planı ya da olayın geçtiği kısım bize daha önce anlatılmadığı için gözümde canlandıramadım bu yolları, caddeleri. En son bölümde karısını öldüren bir erkeğin ağzından yazılmış. Cinayet işleninceye kadar geçen sürede, yani sabahtan geceye kadar, karısı ve küçük kızlarıyla geçirdikleri zamanı okuyoruz. Her nedense ( bunu da anlamak imkansız çünkü her şey erkeğin ağzından anlatılıyor, öldürülen kadının niye bir anlatısı yok?) kadın kocasını sürekli küçümsüyor, aşağılıyor. Ona bilmediğimiz bir nedenden ötürü "sendika hırsızı " diyor. Sanki kendisini öldürmesi için çabalıyor. Sonunda da istediği oluyor. Erkek ise ifadesi alınmak üzere ceza hakiminin karşısına getirildiğinde kendisini camdan atarak yaşamına son veriyor. Bu dört erkeğin yolu bu cinayet ve sonrasındaki intihar ile bir şekilde kesişiyor ve birbirlerine bağlanıyorlar.Kitabın arka kapağındaki " bu kişilerin ortak noktası ceset karşısındaki korkunç kayıtsızlıklarıdır; çünkü gerçekte anlatılan cinayetten çok, cinayete kurban gitmiş bir toplumun bireylerinin parçalanmışlığı, yaralanmışlığıdır " cümlesine de katılmıyorum. Arka kapakta ayrıntılı tarif edilen ceset erkeğe ait, kadına değil ve cinayete kurban giden de erkek değil, kadın. Dolayısıyla benim gibi eline kitabı alıp arka kapağı okuyan birisi için çok yanıltıcı bir tanıtım yazısı olmuş.Cümlenin devamındaki "cinayete kurban gitmiş bir toplumun bireylerinin parçalanmışlığı, yaralanmışlığıdır " kısmı da çok iddialı olmuş. Yazar bunu mu anlatmak istemiş gerçekten? Öyleyse bence başarılı olamamış. Buradaki çok güzel yorumları okuyarak aldığım bir kitaptı ve ne yazıkki bir hayal kırıklığı oldu.
Kitap beklediğimin aksine biraz sığ ve kumara dair bir sürü laf söz vallahi kafamın asla almadığı okurken aşırı sıkıldığım bir şey bu. Bu nedenle sarrrrmadı siz bi' bakarsınız duruma göre.
bir cinayeti dört karakter ağzından anlatarak sayfaları hızlı hızlı çevirtti bana kitap. dilini anlatımını sevdim yer yer tekrara düşen betimlemeleri biraz sıksa da okuma tempomu düşürmedi. plaze de mayo annelerini hatırlayıp durdum. dönemin arjantin toplumunun çürümüş yara izlerini karakterlerin donukluğuyla çok iyi beslemiş 4/5 çünkü dediğim gibi tekrara düşen betimlemeler bi hayli çoktu özellikle hakimin sahnesinde onun dışında akıcı ilerledi benim için
Yara İzleri, II. Dünya Savaşı sonrasında ABD emperyalizminin en çok dikkat kesildiği ülkelerden biri olan, İtalyan faşistlerin ve Nazilerin yuvası haline gelmiş ve böylelikle kılcal damarlarına kadar çoraklaştırılmış, yozlaştırılmış Arjantin toplumu için yakılmış bir ağıt âdeta. Maktulünün dahi karşısında kayıtsız kaldığı bir cinayetin (ki toplumun kendi katledilişi karşısındaki kayıtsızlığı olarak da okuyabiliriz), raydan çıkmışlığın ve hayattan kopmuşluğun resmini, bu cinayet etrafında yolları kesişen, tıpkı içinde yaşadıkları toplumun toplamı gibi, en fazla bir kadavra kadar canlılık belirtisi gösteren dört insanın (ya da "ayaklı enkaz" mı demeli?) gözünden, inanılmaz kesif ve puslu bir atmosfer içinde, son derece yalın ve tempolu bir anlatımla, cinai gerilimin vitesini de son ana dek artırmayı ihmal etmeden çiziyor. Hem tematik hem de estetik açıdan İspanyolcada eser vermiş pek çok yazarı (hem çağdaşlarını hem de sonraki kuşaklardan yazarları) derinden etkilemiş, Latin Amerika'nın en ikonik yazarlarından biri olan Saer'in başyapıt niteliğindeki eseri Yara İzleri'nin, benzer bir yozlaşma ve çoraklaşma sürecine ve toplumsal cinayete 12 Eylül Darbesi'nden beri bilfiil maruz kalan ülkenin okurlarıyla geç de olsa buluşacak olmasını, şahsen çok önemsiyorum.
the blurb says that the author is the most important Argentine writer since Borges. High praise indeed, but in my view not entirely warranted. I've given this four because some of the writing is top quality, but there are also parts where it slips below that high level. There are four stories within this novel, all interlinked with a murder. I'm not totally convinced by Saer, but it's well worth reading if, like me, you find Latin American fiction a refreshing antidote to the bland best sellers of the so-called major writers.
I was really taken with the style of four first-person stories that have something (sometimes very very little) to do with a murder. The structure and style of this novel is pretty stunning, and illuminates how life-changing events in one person or family's life can be just a blip on the screen, a story of a lousy afternoon for other people.
But oh, the misognyny. I almost abandoned the book after the first fifty pages because of the misogyny. Sure, it was written forty years ago, but - whoa. Intense. The women in the book are shrill or silent, the men are all awful and violence and or cruel toward the women. And generally I'm a fan of awful characters, but the way the awfulness played out, with harm directed at the women, was not awesome.
confesso che ho saltato un sacco di pagine - tutte quelle con la descrizione minuziosa: 1) dei tragitti in automobile del juez 2) dell'andamento delle partite a punto y banca di sergio il resto mi è piaciuto ;-)